Uzun bir aradan sonra yeni bir foto. Tomris Uyar, yaklaşık 1969 yılı, Tarabya’daki evde.

Uzun bir aradan sonra yeni bir foto. Tomris Uyar, yaklaşık 1969 yılı, Tarabya’daki evde.

Uzun zamandır aklımdaydı, artık işe girişme zamanım geldi de geçiyor. Tomris Uyar ve Turgut Uyar ile ilgili bilgi ve belgeleri daha derli toplu tutabileceğim bir yapı kurmaya çalışacağım.

Öncelikle tumblr’daki adresi değiştirmekle başlıyorum. Beni uzun zamandır rahatsız ediyordu adresin hturgut.uyar.info olması çünkü benimle ilgili bir yer değil burası aslında. Bir deneme yaparken koymuştum sonra öyle kaldı. Şimdi htuyar.tumblr.com adresine dönecek. Bağlantıların bozulmaması için eski adreslerin en azından bir süre daha çalışmalarını planlıyorum ama sonra ne olacağına karar vermedim.

Bu blogdaki belgeleri daha kalıcı olmaları amacıyla archive.org sitesine taşımayı planlıyorum. Tumblr kullanmaya devam edip etmeyeceğimden emin değilim. Son bir yıl görüldüğü gibi pek aktif değildim. Yine arada sırada bir şeyler koyarım herhalde.

En büyük sıkıntım Tomris Uyar ve Turgut Uyar ile ilgili İnternet’te çok fazla yanlış bilgi olması. İşin kötüsü bunlar azalacağına artıyor. Kendi başıma bu durumu düzeltmek altından kalkabileceğim bir iş değil tabii ama bir referans kaynak oluşturmaya girişirsem en azından bir şeyler yapmaya çalışmış olacağım. Bu amaçla biri Tomris Uyar, biri Turgut Uyar için iki site hazırlamayı planlıyorum. Sitenin tasarımı, sitede neler olması gerektiği gibi konularda fikirlerinizi iletirseniz ya da ayak işlerinde yardım etmek isterseniz sevinirim, beklerim. hturgut [@] uyar [.] info adresine e-posta atabilirsiniz.

Herkese şimdiden iyi yıllar

Anonymous asked: Babanız size şiirlerini çok sık okur muydu? Şahsen ben şiirlerini okurken kayıp bir parçamı bulmuş gibi hissediyordum. Peki Edip Cansever Cemal Süreya gibi babanızın zamanındaki değerli insanlarla tanıştınız mı ? Kendimi sizin yerinize koymayı hayal ediyorum ama o kadar imkansız ve tarifsiz bir durum.

Hayır babam bana hiçbir şiirini okumadı. Profesyonel görüş alışverişi için Tomris Uyar ve Edip Cansever’e göstermesi dışında kimseye şiirini okuduğunu ya da gösterdiğini görmedim. Olmamıştır demiyorum ama ben görmedim. Evet, o dönemin edebiyat çevresinden çok insanla tanıştım. Çok takdir edemeyecek kadar küçüktüm ama yine de çok şanslıyım tabii.

topukluedebiyat-blog asked: Merhaba. Ailenizin anılarını paylaşacağınız bir mini müze kurmayı düşündünüz mü?

Yine uzun süre fark etmediğim mesajlar olmuş. Bir müze kurmayı çok isterdim ama bunu yapacak uzmanlığım, organizasyon bilgim ve maddi olanaklarım yok. Herkesi kapsayan bir edebiyat müzesi olsa oraya vermeyi isteyebilirim ama güvenebileceğim bir kurum bulabileceğimden şüpheliyim. Sevgiler.

Tomris Uyar ve Turgut Uyar’ın çok yakın dostu olan grafiker Mengü Ertel’in “Keşanlı Ali Destanı” için yaptığı afiş. Bu görseli aldığım kaynak “novum gebrauchs graphik” isimli bir süreli yayının Nisan 1977 sayısı gibi anlaşılıyor. Kaynakta Mengü Ertel...

Tomris Uyar ve Turgut Uyar’ın çok yakın dostu olan grafiker Mengü Ertel’in  “Keşanlı Ali Destanı” için yaptığı afiş. Bu görseli aldığım kaynak “novum gebrauchs graphik” isimli bir süreli yayının Nisan 1977 sayısı gibi anlaşılıyor. Kaynakta Mengü Ertel ile ilgili bir yazı da var. Yazıyı bachibouzouck sitesinde bulabilirsiniz. Bu değerli grafikerimizin çok güzel birkaç afişini daha paylaşmayı planlıyorum.

1965 yılından Orhan Duru, İlhan Berk, Turgut Uyar, Ceyhun Atuf Kansu ve Bilge Karasu’nun bir fotoğrafı. Çeken Muzaffer İlhan Erdost. Fotoğrafı bulup bana ulaştıran Özge Şahin’e çok teşekkürlerle.

1965 yılından Orhan Duru, İlhan Berk, Turgut Uyar, Ceyhun Atuf Kansu ve Bilge Karasu’nun bir fotoğrafı. Çeken Muzaffer İlhan Erdost. Fotoğrafı bulup bana ulaştıran Özge Şahin’e çok teşekkürlerle.

Söyleşiler üzerine

Bir süredir annem ve babam ile ilgili benimle yapılan söyleşiler üzerine bir şeyler yazmak istiyordum. Bu blogu kendimle ilgili konularla fazla meşgul etmeyi sevmiyorum ama birkaç konu biriktiği için -biraz da yazılı olarak kalması amacıyla- yazmaya karar verdim. Uzunca bir yazı olacak, kusura bakmayın, ama özeti şöyle: Okuduğunuz her şeye inanmayın; benden ya da söyleşiyi yapandan kaynaklı yanlışlar olabilir.

Öncelikle annem ve babam ile ilgili konuşmayı sevdiğimi ama basılacak bir söyleşi olunca çok çekindiğimi söyleyeyim. İlk zamanlarda böyle söyleşilerde çok saçmalıyordum, şimdi daha az saçmalıyorum ama hala saçmalıyorum. “Bu kadar çekiniyorsan neden yapıyorsun?” diyebilirsiniz ve haklı da olursunuz. İnsanların onları daha iyi tanımasına yardımcı olabileceksem bu riske girmem gerekiyormuş gibi hissediyorum.

Ayrıca, söyleşiyi yaptıktan sonra “basılmadan önce bana gösterin” demeyi sevmiyorum. Bu tavrı yanlış ya da ayıp bulduğumdan değil. Benim tercihim söyleşiyi yapanın iyi niyetli olduğunu düşünüyorsam işin son halini ona bırakmak. Ne de olsa işin sahibi o olacak. İyi niyetli görmüyorsam zaten hiç konuşmamak daha doğru. Sağolsun söyleşi yapan çoğu kişi basılmadan önce bana gönderiyor ya da göndermeyi teklif ediyor ama ben okumak istemiyorum.

Daha kötüsü, “kimbilir ne saçmaladım” korkusuyla basıldıktan sonra da okuyamıyorum. Kafayı kuma gömme tepkisi veriyorum yani. Ama bu durumun tahmin edilebileceği gibi çok zararları var. Öncelikle teknik nedenlerle maddi hatalar oluyor. Mesela “Turgut Uyar'ın Çocuklarıyız” kitabında annemin çok sevgili arkadaşı Aydın Emeç'in adı herhalde kayıtta duyulamadığı için “Ali Demeç” diye çıkmış. Gönderilen dizgiyi okumuş olsaydım düzeltebilirdim. Ama ben korkudan kitaba basıldıktan yıllar sonra geçen gün anca şöyle bir göz atabildim.

Diğer bir konu, söyleşiyi yapanın kafasında doğal olarak bazı ön koşullanmalar olması. Tomris Uyar ya da Turgut Uyar için düşündükleri ve hissettikleri beni nasıl dinlediğini ve söylediğimi nasıl anladığını etkiliyor. Yakın zamanda yayımlanan bir söyleşiden örnek vermek gerekirse, bu edebiyat çevresinin yaşadığı dönem için “olağanüstü günlerdi” dediğim yazılmış. Yanlış değil ama aslında söylediğim şöyle bir şeydi: “Böylesine iyi bir edebiyatçı grubunun aynı döneme denk gelmiş olması ilginç. Belki ‘olağanüstü zamanlar olağanüstü insanları çıkarır’ lafı doğrudur.” Yani ben “olağanüstü” sözcüğünü olumsuz anlamda kullanmıştım ama bağlamından çıkınca olumlu gibi anlaşılıyor.

Bir yerde “annem İkinci Yenicilerin şiirde yaptığını kısa öyküde yapmaya çalışıyordu” gibi bir lafım var. Buna hiç ihtimal veremedim. Bir kere bu cümlenin ortaya koyduğu iddiaya inanmadığım gibi, kendimde edebiyat üzerine böyle bir yorum yapacak yetkinliği görmüyorum ve hepsinden önemlisi böyle bir cümle kuracak olsam “annem” değil “Tomris Uyar” derim. Ayrıca “İkinci Yeni” sınıflandırmasına inanmıyorum. Ama belki bu şekilde anlaşılabilecek bir şey söylemişimdir, ya da birkaç lafımın bir kombinasyonu bunun gibi bir şey çıkarmıştır. Ya da düpedüz demişimdir, o zaman da saçmaladığıma verilsin lütfen. Yine aynı söyleşiden olacak ama belirtmeden geçemeyeceğim: Kurt Vonnegut'un en sevdiğim ve okunmasını önereceğim kitapları “Kedi Beşiği” ile “Mezbaha 5"dir, "Hapishane Kuşu” bunlara yaklaşmaz bile.

Ek olarak, hala benim kişisel saçmalamalarım var tabii. Yine örnek, babama kardeşlerim “siz” derken benim neden “sen” dediğim sorusuna annemin yetişme şekliyle ilgili olabileceği gibi bir yanıt vermişim. Bu düpedüz saçmalık çünkü annem kendi babasına hayatı boyunca “siz” dedi. Dönem farkıyla açıklamak daha doğru olur herhalde. 1950'lerde çocuk yetiştirmekle 1970'lerde çocuk yetiştirmenin farkı yani.

Bütün bunları kimseyi suçlamak amacıyla söylemiyorum. Varmak istediğim nokta, böyle anıların ve söyleşilerin bayağı bir hata payı konarak okunması gerektiği. Biz anlatanlar doğru hatırlamayabiliriz, olmasını istediğimiz gibi hatırlayabiliriz, söyleşiyi yapan kafasındakine uydurmaya çalışabilir vs. Bazı sitelerde böyle anlatılanlara güvenilir gerçek muamelesi yapıldığını
gördüğüm için yazmak istedim.

Son bir not olarak, aslında bu sorunların ortaya çıkmasında kimsenin bir kötü niyeti olduğunu düşünmesem de, son zamanlarda özellikle Tomris Uyar üzerine yazılanlarda işin tadının fena halde kaçtığını düşünüyorum. Magazine ilgi duyulması bir yere kadar anlaşılabilir ama Tomris Uyar'ın kendisi bunu hiç kullanmamışken ve o kadar öyküsü, gündökümü, çevirisi, dergiciliği varken sürekli eşleri ve sevgilileriyle anılması insanı isyan ettirecek noktaya geldi. Hele hele “bir kadın üç şair” saçmalığını her gördüğümde, orada adı geçen herkese ayıp olmasının ötesinde, Edip Amca'nın eşi, anne ve babamın yakın arkadaşı, çok sevgili Mefharet Teyze'me ve ailesine yapılan saygısızlıktan son derece rahatsız oluyorum. Erkekler öyle ya da böyle şiirleriyle anılırken Tomris Uyar'ın sürekli bu çerçevede anılmaya çalışılmasında bir art niyet ya da genlere işlemiş bir kültürel bozukluk olduğunu da düşünmüyor değilim.

Anonymous asked: Annen ve babandan bahsederken neden çoğunlukla isim kullanıyorsun?

Koyduğum şey benimle ilgili değilse “annem”, “babam” demek istemiyorum. Ne de olsa onların önemi ve ilgi çekmeleri benim annem ve babam olmalarından kaynaklanmıyor. Ama mesela benim de olduğum bir fotoğrafı koyarken bu sefer de isim kullanmak yapmacık duruyor.

Anonymous asked: Tomris Uyar’ın ve Turgut Uyar’ın en sevdikleri ya da sık sık dinledikleri şarkılar nelerdi, çok merak ediyorum. Şimdiden teşekkürler.

Gün içinde daha çok radyo açık olurdu. O yıllarda TRT dışında bir yayıncı yoktu zaten, çoğunlukla TRT-3 dinlenirdi. Bir dönem çok Ayten Alpman ve Tanju Okan dinlendiği aklımda kalmış. Yemekli buluşmalarda çoğu zaman standart Türk müziği içki masası şarkıları olurdu diye hatırlıyorum. Arasıra vals ya da latin dansları gibi dans müzikleriyle dans edildiğini de hatırlıyorum. Annemin ilgisi daha genişti, Holiday, Sinatra, Beatles severdi. Aklıma daha gelirse buraya not olarak eklerim.

Ek: Hem benim aklıma geldi, hem de Semiramis ablamdan öğrendim. Çok geç oldu, kimse bakar mı bilmiyorum artık ama yine de burada dursun. Ablam babamın “La vie en rose” şarkısını özellikle sevdiğini hatırlıyor. Ben de Glenn Miller müzikleri sevdiğini hatırladım. Annemin de Mustafa Kandıralı sevdiği aklımda kalmış.